JACKSON POLLOCK

07:50 0 yorum

Pollock Ailesi

20. yüzyıl Amerikan resim sanatının en önemli isimlerinden biri olan Jackson Pollock 28 Ocak 1912 günü Amerika'nın Wyoming eyaletinde dünyaya geldi. İlkokuldayken, sınıftaki diğer öğrenciler resim derslerinde yaptığı resimlerle dalga geçiyorlardı ve bu durum, sanatçının daha küçük yaştayken arkadaşsız kalmasına ve gitgide daha fazla asileşmesine neden oldu. Lise öğrenimine Los Angeles'da başlayan Pollock, uygunsuz davranışlarından ötürü okul yönetiminin başını derde sokunca, liseye New York'ta Art Students League'de devam etti. 
Art Students League'de Yılbaşı Kutlaması

Bu okuldaki öğretmeni Thomas Hart Benton'ın sanat anlayışından çok etkilenen Pollock, davranışlarıyla kendisini öğretmeninden yavaş yavaş uzaklaştırdı ve kendi iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıktı. Ve bu yolculuğun sonunda kendi sanat anlayışını bulacaktı. Pollock'ın, 1937'de John Graham tarafından yazılan "Primitif Sanatlar ve Picasso" adlı makaleyi okumasıyla, kendi sanat anlayışını bulmak için çıktığı yolculukta bazı taşlar yerine oturdu. Bilinçaltında var olan her şeyi boyalarına fısıldayacak ve tuvallerine yansıyacaktı. 

Genç yaştan beri alkol kullanan ve içe kapanık kişiliğinde hiçbir değişiklik olmayan Pollock, 1930'lu yılların sonunda alkolizm ve depresyonla baş etmeye çalıştıysa da bunları tek başına çözemeyeceğini anlayarak Jung ekolüden yetişen bir psikoterapistle görüşmeye başladı. Jung kuramı, insanın ruhsal kişiliğini, bütün geçmişten soya çekimle gelen bu ortaklaşa bilinç dışı izlenimlerin onardığını ileri sürer. Tedavisi sırasında psikoloğundan öğrendiklerini özümseyerek sanatına yansıtan sanatçının, 1942-1948 yılları arasında yaptığı eserlerinin isimleri Jung ekolünden etkilendiğini açık bir biçimde belli etmektedir. 
GİZEMİN BEKÇİLERİ, 1943
TOTEM DERSİ I, 1944

1941 yılındaki karma sergide, genç bir ressam olan Lee Krasner ile tanıştı. Çeşitli davetlerde sürekli karşısına çıkan bu kız gitgide ilgisini çekmeye başlamıştı. Gidip onunla konuştu ve aralarında güzel bir birliktelik başladı. Krasner, Pollock'ın hayatını düzene sokmuştu ve alkolü azaltmasını sağlamıştı. Kısa bir süre sonra evlendiler ve yaşamlarına şehir dışında sadece tuvalleri ve boyalarıyla devam ettiler. Beraber çok güzel işler çıkardılar.


Pollock'ın sanatını ortaya çıkarma biçimi, 1947 yılından itibaren değişime uğradı. Sanatçı, tuvalini yere koyuyor ve fırçanın tuvalle asla temas etmemesine dikkat ediyordu. Fırçaların ön ve arka kısımlarıyla boyaları tuvallere damlatıyor; başı sonu belli olmayan çizgiler, noktalar yaratıyordu. Pollock'ın sisteminde önemli olan resmin yapılma biçimiydi. 

FULL FATHOM FIVE, 1947

Ve Pollock, Shakespeare'in The Tempest (Fırtına) isimli oyununun ünlü dizesini tuvale yansıtmış, o dönemde büyük bir beğeniyle karşılanmıştı. Avrupa özentisi olmadan, Amerika'ya has bir sanat tarzının yaratıcısı olan Pollock, bu eserinden sonra Amerikan halkının gözdesi olmuştur. 

5 NUMARA, 1948

Sanatçının yukarıda gördüğünüz eseri 2006 yılında Ronald S. Lauder tarafından 140 milyon dolara satın alındı.

AĞIN DIŞINDA, 1949

Çok sıkı bir caz dinleyicisi olan Pollock, Amerika'ya ait ilk sanat türünün caz olduğunu düşünürdü. Dönemin ünlü caz ustaları Dizzy Gillespie ve Charlie Parker'ın emprovizasyonlarının, kendi ürünü olan damlatma tekniğiyle paralellik taşıdığına inandı. Çünkü Pollock'ın resimleri tıpkı her iki sanatçının müziklerinde olduğu gibi bir ön çalışma gerektirmeden var oluveriyordu. Sanatçı, eserlerini yaparken adeta bir performans sanatı sergiliyordu. Sonunda karşısına ne çıkacağını bilmeden, yeni eseriyle tanışmayı bekliyordu.

GÜZ RİTMİ, 1950

Clement Greenberg, Pollock'ı keşfeden kişiydi ve onun Amerikan sanatı için tek umut olduğuna inanırdı. Yapaylıktan, özentilikten uzak olduğunu düşünürdü. 

Pollock bir gün, eline bir torba bira almış bisikletiyle eve gidiyordu. Hızla gittiği toprak yolda dengesini sağlayamadı ve bisikletten yuvarlandı. Hastaneye gittiğinde doktor, artık alkol kullanmaması gerektiğini ve kendisine sakinleştirici bir ilaç vereceğini söyledi. Pollock bunu kabul etti. Fakat bundan sonraki süreç sandığı kadar kolay olmayacaktı. Sürekli krizlere giriyor, çok sevdiği eşini çileden çıkarıyordu. Krasner daha fazla dayanamıyordu, muhtemelen ortada şiddet de vardı. Bütün bunların üzerine Pollock'un, Krasner'ı, Ruth Kligman'la aldatmasıyla her şey sona erdi. Krasner, Pollock'ı terk etti. 

Günler sonra Ruht, yanında Edith Metzger ile Pollock'ın evine geldi. Fakat durumu hiç de iç açıcı değildi. Depresyonu doruklarda yaşıyordu, yataktan çıkmak dahi istemiyordu. Ruth ve Edith zor bela Pollock'ı dışarı çıkmaya ikna ettiler. Bir partiye gittiler ve kör kütük sarhoş oldular. Dönüşte arabayı Pollock kullanıyordu ve çok dik bir yokuştan iniyorlardı. Hafif bir viraj sonrasında araba defalarca takla attı. Pollock arabadan on beş metre uzağa fırlayarak bir ağaca çarptı ve hayatını kaybetti. 


Hans Hofmann sanatçıya, doğa resmi çizmekten hoşlanıp hoşlanmadığını sorar. Pollock ise: "Ben doğayım." diye cevap verir. Dışavurumcu sanatçıların genel ruh halini özetleyen bu konuşma, Pollock'ın sanatını ortaya çıkarma konusunda yalnızca kendisiyle ilgilendiğini ortaya koyar. Çünkü dışavurumculukta "insan" çok önemlidir. Joan Miro ve Pablo Picasso'nun sanat anlayışından etkilenen Pollock'ın eserlerinde, heyecan, tutku, dramatiklik ve sonsuz bir hareket vardı. Onun eserlerini görmeden önceki ruh halinizle, gördükten sonraki ruh haliniz aynı olamıyordu. Bir nevi büyüydü bu. Her bakıldığında sizi değişime uğratan bir büyü...

PABLO PICASSO – AVIGNONLU GENÇ KIZLAR

06:34 0 yorum






1907 senesine tarihlenen bu eser, Kübizm'in ve Modern Sanat'ın doğuşunu simgelemesi açısından önemlidir. Bununla birlikte Picasso tarafından toplam 809 taslak çiziminin ardından ortaya çıkmış olması bakımından da ayrıcalıklı bir eserdir. 

"Avignonlu Genç Kızlar"daki tüm kadın figürleri bir genelevde bulunan fahişeler olarak bilinmekte olup, yıllar boyu süren olumsuz eleştirilere ve tepkilere maruz kalmıştır. Fakat tüm bu olumsuz eleştirilerin ve tepkilerin sebebi son derece olumsuz bir yaşam süren genç kızların nü bir eserde görülmesi değil; aksine bu genç kızların ideal yüz ve vücut hatlarından yoksun oluşları, soğuk duruşları, donuk bakışlarıdır. 

Eserde var olan 5 kadın figürünün vücudunun ve yüzünün sağa doğru gidildikçe bozulması ve hatta en sağdaki iki kadın figürünün yüzlerinde maske varmış gibi durması oldukça ilginçtir. Bunları yaparken Picasso'nun Okyanusya ve Afrika kabile masklarından etkilendiği bilinmektedir. Solda bulunan diğer üç kadın yüzünün de bunlardan aşağı kalır yanı yoktur. Donukluğun ne denli dokunaklı olduğunu gösteren bu üç kadın figürünün, hüzünden, mutluluktan, heyecandan ve daha nice duygudan yoksun olduğu çok barizdir. Hatta daha da ileri gidecek olursak bir ölünün soğukluğunu bu üç kadın figürünün yüzünde bulabiliriz. 

Figürlerin köşeli hatları ve eğreti duruşları eserde dikkat çeken bir diğer şey olmaktadır. Ayrıca Picasso'nun bu eserinde perspektifi tamamen terk ettiğine inandığımız sırada; figürlerin arkasındaki, sağı ve solundaki yüzeyin perspektifsel bir derinlik yaratması bizi oldukça şaşırtmaktadır. Kübizme geçilmiştir evet. Peki ama neden figürlerin perspektiften uzak duruşlarının tersine, arkaplan derinliğe doğru bir gidiş yolu seçmiştir? Figürlerin çıplaklığını kapatmakla görevli sivrileşmiş beyaz kumaş parçaları görevini yerine getirmekten kaçınmış, kızların bacaklarıyla bütünlemiş durumda olmayı yeğlemiştir.  

İKİ ÇIPLAK KADIN, 1906
Picasso'nun, ayna karşısındaki çıplak bir Venüs'ü resmettiği "İki Çıplak Kadın" adlı eseri, "Avignonlu Genç Kızlar"ın ön çalışması olarak kabul edilmektedir. Bununla bağlantılı olarak, ilk etapta "Avignonlu Genç Kızlar" bir denizci ve öğrencisi olarak iki erkek figürüyle resmedilmiştir. Daha sonradan üç figür daha eklenmiş, erkeklerin vücut hatlarıyla oynanmış ve "Avignonlu genç Kızlar" ortaya çıkmıştır

Bir resmin, görülenin değil görülmek istenenin temsili olduğunu doğru kabul eden Kübizm, bu eserde primitif* ve arkaik sanatların yeni bir bakış açısı kazanmış haliyle can bulmuştur. Dışavurumculuk ile Kübizm arasındaki geçiş dönemi eseri olarak kabul edilen "Avignonlu Genç Kızlar" ile yüzyıllar süren ideal kadını bulma ve resmetme anlayışı bir çırpıda yıkılmıştır. Artık karşımızda tüm estetik kaygılardan uzak Picasso kadınları vardır.


*M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların arkaik tarzda yaptıkları eserlerine verilen addır. Primitif sanat, ilkel ve okuma yazma devresine gelememiş kavimlerin sanatı olarak da adlandırılmaktadır.

BALAT’IN YER ÇEKİMİNE MEYDAN OKUYAN DEV FİLİ!

06:32


Hafta içi İstanbul-Balat'ta, eski bir jeneratör fabrikasının sergi alanına dönüşmesine tanık olduk. "The Pill" adı verilen bu yeni galeri, İstiklal'de sokak üzerinde girip çıktığımız galerileri aratmayacağa benziyor. Çünkü daha ilk günden galeriye ilgi beklenenden daha yoğundu. Tabii ki bu yoğun ilginin asıl sahibi The Pill'in ağırladığı ilk misafiri olan Daniel Firman ve onun kişisel sergisi "Fragman Boyutu".


Fransız asıllı sanatçı çalışmalarını uzun süredir New York'ta sürdürmekte ve eserleri bu güne dek Venedik Bienali ve Lyon Bienali'nin de aralarında bulunduğu birçok sergide gösterildi. "Fragman Boyutu" nun en gözde eserlerinden biri olan "Nasutamanus" da sanatçının diğer eserlerinde olduğu gibi, dünyanın birçok yerinden sonra İstanbul'da sanatseverlerle buluştu. 





Dev boyutlu, karmaşık ve hipergerçekçi çalışmalarıyla ün kazanan sanatçının "Nasutamanus" adlı eseri, duvara hortumu sayesinde asılı kalmış bir fili ele almakta. Filin boyutunun hemen hemen yetişkin bir fil boyutunda olması ve derisinin, ayrıntılarda da gördüğünüz gibi, gerçek bir fil derisine benzemesi ziyaretçileri büyülemekte. İkonik bir iş olan "Nasutamanus" ismini, Latince'de el-burun anlamına gelen kelimeden alıyor.



"Nasutamanus"un daha önceden yurtdışında yer aldığı galeri ve kütüphanelerdeki görüntüsü de aynen bu şekildeydi.

SUELA, 2016
Sergide Firman'ın en fazla beğeni toplayan eserlerinden bir diğeri ise yukarıda gördüğünüz "Suela". Firman, hemen hemen her sergisinde mutlaka duvara kapanmış kadın heykelleri yapıyor ve bunu yaparken de aslında seyirciye mesaj vermek istiyor. Sanatçı "Suela"da sergi küratörünün vücudundan esinlenmiş.

IYSSSS, 2016
Ve son zamanlarda sergilerde neon yardımıyla yazılmış simgesel cümleler, sözcükler görmeye o kadar alıştık ki Firman bizi hiç de şaşırtmadı. Sanatçı bu eserinde ise sosyal medyada söz söyleme hakkına ve günümüz insanının değişen sorumluluk bilincine atıfta bulunmakta.

Son olarak aşağıya sizler için, sanatçının Paris'te bulunan Emmanuel Perrotin Galeri'de en fazla ünlenmiş eserlerini bırakıyorum. 24 Nisan 2016'ya kadar mutlaka "The Pill"i ziyaret etmeli ve Daniel Firman'ın gözalıcı eserlerine daha yakından bakmalısınız.

SIMPLY RED, 2009


CARLA EN SUSPENSION, 2007

ANDREY REMNEV VE BU YÜZYILIN ORTAÇAĞ İLE UZLAŞMASI

06:31


Remnev, 1962 senesinde Moskova çevresinde yer alan Yakhroma'da dünyaya geldi. Remnev'in sanatını bu kadar ileri taşıyan unsurların ilkini doğduğu çevre olarak kabul edebiliriz. Kırsal bir bölgede yer alan Yakhroma; inişli çıkışlı arazisi, Volga Nehri kıyısında konumlanıyor oluşu ve kasaba yaşamıyla huzur dolu ve ilham verici bir yer olarak bilinmekte. Andrey Remnev'in küçük yaşta sanat hayatına girişi ise, tuvallerine Yakhroma'nın manzarası ve insanlarını yansıtmasıyla başlamıştı.



SU TAŞIYICISI, 1997
Zaman geçtikçe sanatçı, diğer birçok sanatçı gibi, kendine özgü bir tarz bulma arayışına girdi. İlk olarak manzara ve doğa resimlerine yansıttığı kendine özgü tarzına sonraları figürleri de dahil ederek yavaş yavaş tuvalinde özgün kompozisyonların belirdiğini fark etti.


OYUNCAK SATICISI, 1995 - 2001

Sanatçı ağırlıklı olarak Rusya'nın 15, 17 ve 18. yüzyıllara ait sanat akımlarından ve Ortaçağ ikon resimlerinden esinlenmişti. Çok eski yıllara ait bu gösterişli ve güçlü unsurlara kendi sanatsal yorumunu katarak tuhaf şekilde hipnotize edici eserler ortaya çıkardı. 

İLKBAHAR - KIŞ, 2007
Remnev, alegorik eserlerinin yanısıra ufak tefek dokundurmalarla kompozisyonları ve figürleri bambaşka bir noktaya kolayca taşımayı başarmıştı. 

PAPAGENA, 2007
Sanat hayatının ilk yıllarında çizdiği doğa resimlerinden edindiği hayvan anatomilerine karşı yatkınlığı, sonraki yıllarda eserlerinde kullanmaktan çekinmeyen sanatçı, eserlerine hakim olan figür ve konuları bununla ustaca birleştirmişti.

GÖK CİSİMLERİ, 2011
Remnev, Ortaçağ sanatını referans almasına rağmen çağdaş sanatın getirdiği zevk ve incelikleri, ucu sivri mesajlar verme yönünü kompozisyonlarına başarıyla serpiştirmeyi başarmıştı. Ayrıca, sanatçının eserlerine bakarken sık sık gerçeküstü unsurlarla da karşı karşıya kalabilirsiniz.

DELİK, 2009
Remnev'in son dönemlerde ortaya çıkardığı eserleri çoğunlukla kadınlara, onların gösterişli elbiselesine ve mücevherlerine odaklanmakta. 

SIRINGA, 2008
Aynı zamanda Remnev'in kadınlarının korkusuz bakışlarına gizemli bir havanın da eklendiğini görmekteyiz. 

AMAZONKA, 2007
ANDROMEDA, 2007
Andrey Remnev, eserlerinin seyirci üzerindeki etkisini artırmak için Geç Rönesans'ta kullanılan boya tariflerinden yola çıkarak doğal boya pigmentlerini yumurta sarısıyla karıştırdı. Böylece o dönemde yaşamış sanatçıların kullanmaya mecbur kaldığı resim için en gerekli malzemeyi bu şekilde elde etti. 

SAĞANAK, 2006
KIRMIZI BAŞ, 2004
Sanatçı bir dönem, figürlerin bir yerine ya da kompoziyonun bir köşesine başka komposizyonları ve hayvanları dahil ederek, adeta bu işte ne kadar usta olduğunu seyirciye kanıtlamaya çalışmıştı.

CREME-BRULEE, 2008