![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3sQ6vDieOqolOKgx1_GtcqNTMvtTHqs7watFneZ9oPKla0LihGP_fV3N7cKsAXMvjjgdUSf64R3W2_asT-i71zGJObtJWuBpgz11ctCI5-strpylt60_yAshGtrYVEPtUlscfGmt_q6Y/s640/1.png)
Gabriel García Marquez'in 1981 yılında yazdığı kitap, 1982 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü'ne lâyık görüldü. Kitabın dili, olayın kurgusu Marquez'in edebî başarısını, diğer eserlerinde de olduğu gibi, kanıtlar nitelikle. Çünkü yazar anlatımıyla okuyucuyu adeta sarsıp kendine getirmeyi amaçlıyor. Kitap bitince şaşırıp kalmanıza ve olaylar üzerine tekrardan düşünüp elle tutulur sonuçlar çıkarmanızı sağlamaya çalışıyor. Anlatmak istediği şeyi pat diye önünüze bırakmıyor Marquez, kitap bitince üzerine defalarca düşünen sizi de eserinin içindeki bir karakter olarak ilân ediyor adeta. Gelelim Kırmızı Pazartesi'nin anlattıklarına...
İşleneceğini herkesin bildiği, fakat kimsenin kılını dahi kıpırdatmadığı bir cinayetin öyküsü Kırmızı Pazartesi. Kasabanın en hali vakti yerinde, en işinde gücünde genç adamı Santiago Nasar, tüm kasabanın önceki gece fütursuzca eğlendiği düğünün sabahında defalarca, acımasızca bıçaklanacaktı.
"Göğüs boşluğunda iki kesik görünüyordu: Bunlardan biri sağ tarafındaki ikinci kaburga aralığından girip akciğeri etkilemiş, biri de sol koltukaltının çok yakınına girmişti. Ayrıca kollarıyla ellerinde daha küçük altı yara, iki tane de enlemesine kesik vardı: Bunlardan biri sağ uyluğunda, öteki de karın kaslarındaydı. Sağ elinin avcunda derin bir yara açılmıştı.Raporda şöyle deniyordu: 'Çarmıha gerilen İsa'nın yara izini andırıyordu'"
Cinayetin işleneceği sabah, piskopos kasabaya gelecek ve tüm halkı kutsayacaktı. Bu tüm kasaba için büyük bir olaydı. Kasaba sakinleri, Bayardo San Roman ve Angela Vicario'nun düğünlerinden sonra evlerine gitmiş, birkaç saat uyumuşlardı. Ardından en düzgün kıyafetlerini giyerek sokağa, piskoposu karşılamaya çıkmışlardı. Kasabanın hastaları, piskoposun evlerinin yakınına gelişiyle bile şifa getireceği ümidiyle, kapıların eşiğine çıkarılmıştı. Fakat piskoposun geleceği o sabah kasaba halkı ne horozların kulak tırlamayan ötüşü konusunda, ne de havanın kasveti konusunda hemfikir olamıyordu.
Santiago Nasar da o sabah bembeyaz keten bir takım elbise giyerek annesine veda etmişti. Fakat gitmeden önce annesine, gördüğü o bol ağaçlı rüyadan bahsetmişti. Annesi ağaçları önemsememişti.
"Kuşlarla ilgili tüm rüyalar hayırlıdır." demişti ona.
Piskoposun gelişinden birkaç saat önce kasabada kopan o sessiz kıyamet, bazı şeyleri çözme konusunda altın bir anahtardı adeta. Fakat bundan da hiç kimsenin haberi yoktu. Birkaç saat önce evlenmiş olan Angela Vicario, bakire olmadığı gerekçesiyle evine geri gönderilmişti. Üstelik annesi ve kız kardeşleri onu ilk gece kocasına oynayacağı oyun konusunda defalarca uyarmışlardı.
"Oğlanlar erkek adam olacak şekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmek üzere yetiştirilmişlerdi. Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi, kukalı dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü ütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurdukları tatlıları yapmayı, aşk pusulaları yazmayı bilirlerdi."
Santiago Nasar'ın ölümüne sebep olacak kişiler ise Angelo Vicario'nun ikiz olan ağabeyleri Pablo ve Pedro Vicario'ydu. Santiago'yu dakikalar içerisinde öldüreceklerini karşılarına çıkan herkese söylemiş ve ellerini kollarını sallayarak cinayeti işleyecekleri bıçakları biletmeye gitmişlerdi.
"Tanrı aşkına," diye mırıldanmıştı Clotilde Armenta, "sayın piskoposun hatrı için bu işi sonraya bıraksanız."
"'Ona bir şey mi oldu?' diye sormuştu. 'Yoo,' diye karşılık vermişti Pedro Vicario. 'Yalnızca öldürmek için onu arıyoruz da.' Bu öyle beklenmedik bir yanıt olmuştu ki, kadın kulaklarına inanamamıştı. Ama ikizlerin elinde mutfak bezine sarılı iki kasap bıçağı olduğu dikkatini çekmişti. 'Peki onu bu kadar erken saatte neden öldürmek istediğinizi sorabilir miyim?' diye sormuştu. 'Nedenini kendisi bilir.' diye karşılık vermişti Pedro Vicario."
"İyi insanlar olarak öyle nam salmışlardı ki, kimse aldırış etmemişti onlara. 'Biz o sözlerin sarhoş palavraları olduğunu sanmıştık,' diye ifade vermişlerdi kasapların birçoğu."
Santiago'nun annesi kasabada çok sevilen bir hanımdı. Cinayetin işleneceğini duyanlardan bazıları bunu Santiago'nun annesine yetiştirmeyi planlamıştı.
"Ortada bir hayat söz konusu olduğunda her şeyi yapabilme kararlılığıyla adımlarını sıklaştırmış, sonunda ters yöne doğru koşmakta olan biri onun bu şaşkın haline acımıştı. 'Zahmet etmeyin, Luisa Santiaga.' diye bağırmıştı yanından geçerken. 'Onu öldürdüler bile.'"
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjikkPrNGGq4jF4uri9moJRBGRDVT8XrTwkcWbHEO-vdsx1ArLCXdxIcjV5xJL9RVcol70ie3Gs6MhS2SEx7Dj9-HOlxhTxgmRfCIVfkWPzYG3rsoJRCDk-L9i9ML6yd6XDUWh7Euy20do/s640/2.jpg)
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjikkPrNGGq4jF4uri9moJRBGRDVT8XrTwkcWbHEO-vdsx1ArLCXdxIcjV5xJL9RVcol70ie3Gs6MhS2SEx7Dj9-HOlxhTxgmRfCIVfkWPzYG3rsoJRCDk-L9i9ML6yd6XDUWh7Euy20do/s640/2.jpg)
İnsanların anlattıkları doğru değildi. Ne Vicaro kardeşler mükemmel birer kasaba sakini olduklarından onların peşine düşmemişlerdi, ne de anlatılanları şaka sanmışlardı. Piskoposun gelişinin heyecanına kapılmış, etraflarında olan biteni görmezden gelmişlerdi. İnançları onları kör etmişti. Bu bir insanlık dramıydı. Pablo ve Pedro kardeşlerin, sırf namuslarını temizlemek uğruna, her gün selamlaştıkları adamı, tıpkı bir hayvanı kurban eder gibi, acımasızca katletmelerine göz yummuşlardı. Sanki namus davasını ortadan kaldırmak insanlara kalmış gibi... Fakat bu rezilliği görmezden gelenler hayal kırıklığına uğrayacaktı. Çünkü ne hayal ettikleri gibi piskopos onları çok yakından selamlayacak, onlarla sohbet edecek, dertlerini dinleyecekti; ne de Santiago'yu yüzünden öpecekti. Artık ne Santiago vardı, ne de uğruna her şeyi yapabilecekleri piskopos. Piskoposu taşıyan gemi karaya yanaşmadan yoluna devam etmişti, hem de piskoposun soğuk bir kutsama selamıyla...
"Santiago Nasar tam bir eğlence adamıydı, en büyük zevkini de ölümünde bir gün önce düğün harcamalarını hesaplarken yaşamıştı. Kilisedeyken her tarafın birinci sınıf ön dört cenazeninkine eşdeğer çiçeklerle süslendiğini hesaplamıştı. Onun bu kesin hesabı, yıllar boyu peşimi bırakmayacaktı, çünkü Santiago Nasar, kendi düşüncesine göre, kapalı yerdeki çiçeklerin kokusunun ölümle yakın bir ilişkisi olduğunu sık sık söylerdi bana, o gün de tapınağa giderken aynı şeyi söylemişti. 'Cenazemde çiçek istemem ha,' demişti bana, ertesi gün oraya çiçek konmaması işiyle benim uğraşacağımı bilmeden"